11 Ağustos 2012 Cumartesi

Ateşböceği Yolu



  1. 5)
  2. okunduktan sonra içine iliştirdiğiniz bir notla en yakın arkadaşınıza vermek isteyeceğiniz türden bir kitap.

    'okunduktan sonra' diyor burada yazar çünkü kesinlikle okunması gereken dostluk üzerine kurgulanmış, gerçekçi bir roman.

    "kristin hannah sevgi ve sadakat üzerine keskin ve unutulmaz bir hikaye yazmıştır."
    jacquelyn mitchard

    "kristin hannah 70 ve 80'lerin heyecanını ve enerjisini ortaya sermektedir ve bunu öyle bir derin seviyede yapmaktadır ki okuyucuları iki kadın arasındaki dostluğun tam kalbine taşıyor.
    ateşböceği yolu bir şaheser."
    elin hilderbrand

    "hayatımızdaki en önemli şeylerden biri olan ebedi dostluk üzerine dokunaklı, enfes bir roman."
    elizabeth buchan

    "bu muhteşem romanın sayfalarını çok hızlı geçmek istemeyeceksiniz. kapıyı kilitleyin, telefonunuzu kapatın, ve yanınıza bir paket mendil alıp koltuğunuza yerleşin. (sonra uyarmadı demeyin.) kristin hannah'dan başka hiç kimse kadınların dostluğunu tüm acısı, tatlısıyla bu kadar güzel yazamazdı.
    harika bir yazar."
    susan elizabeth phillips

    "ateşböceği yolu okumayı neden sevdiğimizi bize bir kez daha hatırlatıyor."
    patricia gaffney
     (whoops, 11.08.2011 23:28 ~ 23:31)

29 Temmuz 2012 Pazar

PİRAYE

kitabın konusu aşk dır .ana kahraman piraye adında bir istanbul kızı bir dişçinin kızıdır.kıza bu ismi tam bir nazım hikmet tutkunu olan babası verir. nazım hikmetin eşinin adıdır.pirayenin ablasını ismide haticedir yine bu ismi babası vermiştir .oda nazım hikmetin eşinin diğer adıdır .bu kız belli nedenlerden dolayı üniversitede dişçilik fakültesinden girmiştir.ve başlamıştır. okul başlar tanımadığı kişiler olacağı için çok üzülür ama okula geldiğinde esin diye eski okulundan bir arkadaşına rastlar . böylece sıkı bir arkadaş olurlar.piraye güzel bir kızdır ve burada talipleri çoktur.ama hiçbirine tam olarak evet demez.çünkü ablası genç yaşta evlenmiş ve 2 çocuğu olmuşdur. eşi devamlı aldatır.ablasıda evi terkedip devamlı anne evine gelir.bu yüzden meslek sahibi olmadan kimseye evet demez.sonra haşim adında birine aşık olur.bu kişiyle okul bitince evlenir .ama haşim bir köy ağasıdır. ailesi çok katıdır. ayrı bir evde oturmalarına izin vermezler.birde torun isteyip dururlar ama gönlü razı değildir.doğum kontrol hapı kullanır evdeiler bunu öğrenir.kavgalar çıkar.ama sonra piraye kısa bi zaman sonra hamile kalır . çocuğu kız doğar. şimdide buna kızarlar erkek doğuramadı diye üstüne kuma getirmeye çalışırlar piraye daha fazla dayanamaz istanbula tatile diye geri döner kızıyla.ailesi gelişine çok sevinirler yazlığa gidp eylenirler. sonra haşim ayrı bir ev açıp istanbula pirayeyi almaya gelir. oda geri döner onunla ama bilmediği birşey vardır üstüne kuma gelmiştir.tekrar istanbula dönmeyi planlarken annesinden haber gelir .babası hastaneye kaldırılmıştır.istanbula döner birde yanında ayşe ninesinin beslemesi vrdır.babası fazla dayanamaz ve ölür.pirayede babasının iş yerini ofisini kendi tekrar açar ablası kocasından boşanıp ana okulu açar. piraye üstüne kuma gelen kadının çocuğunun felç doğduğunu ve boyununun altının çalışmaz durumda olduğunu öğrenir.çok üzülür bebek için ama elden birşey gelmez.bir gün haşim ofisine gelir pirayenin piraye hamiledir .haşim görün ce sevinir erkek olacağını öğrenir ama piraye barışmayı kabul etmez .haşim kapıya gider açar bari adını haşim koy der . piraye hayır koymıyacağım sen onu haketmedin hakedemezsin der . haşim köye döner . ama köyde kanlıları onu öldürür kurşunlar.piraye bunu duyunca üzülür yaptığına pişman olur .doğan çocuğunada haşim ismini koyar.

25 Temmuz 2012 Çarşamba

Eroinle Dans



Yazar romanı hakkında şunları söylüyor: Eroin konusunda, bilimsel ya da günlük tarzında, pek çok kitap yazıldı…
Türk ve yabancı, günlük tutan eroin bağımlıları, anılarını paylaştılar sizlerle. Bulanık kafalarıyla, edebi kaygı gütmeden, bulutların üzerindeki serüvenlerini anlattılar.
Gerçek anlamda bir “eroin romanı” yazmak isteyişim bundan.
Beyinlerin damağında edebiyat tadını duyarak da okunabilmeliydi eroinin hikayesi…
Eroinle Dans, yalnızca bir eroin öyküsü değil. Sigara ve içkiyle başlayıp esrar, kokain, sakinleştirici ya da uyarıcı haplarla süren, uzun, upuzun bir yolun son noktası eroin.
Uyuşturucu için, aile düzeni bozuk gençlerin sığınağıdır, diye yaygın bir kanı vardır toplumumuzda. Ne büyük bir yanılgı!
Merak, macera arayışı, çarpık ilişkilerin yaşandığı arkadaş çevreleri, rastlantı sonucu içinde bulunulan topluluğa uyum çabaları, bu konulara en uzak duran kişileri bile nasıl da içine çekebiliyor.
Romanımızın iki kahramanı var: Eylül ve Dünya.
Dünya, parçalanmış bir ailenin dışlanmış bireyi. Tamam!
Ama Eylül, ailesinin biricik prensesi; el bebek gül bebek büyütülmüş en iyi okullarda okutulmuş pırıl pırıl bir genç kız. Yolundan sapmasını haklı çıkaracak hiçbir dayanağı yok.
İkisinin, uyuşturucu ortak paydasında buluşması, alevin küle dönüştüğü noktaya el ele yürümeleri düşünülemez bile.
Ancak, çok güçlü arkadaşlık ve dostluk bağları bile bataklığa sürükleyebiliyor insanları. Romanımızda olduğu gibi…Herkese okutulması gereken bir kitap.

En Son Yürekler Ölür



Bir kadın… bir erkek… Yüreğe düşen ilk kıvılcımlar… Bulundukları cemiyetin ve basının nitelemesiyle yapılan “ Yılın Düğünü”. Aslında kim tahmin edebilirdi ki aşıkların ‘Araf’a girdiklerini… Hikâye mutlu çiftin geçirdiği kazayla başlıyor aslında. Kadın hafızasındaki son cümle kocasına ait: “Sıkı tutun, Nehir!” Kocasının, Deniz’inin, yaşam savaşı verdiğini öğrenince yıkılıyor. Bedeninin değil, ruhunun derin yaralarında eriyor. Ve ‘acı kayıp’ gerçekleşiyor. Deniz başaramıyor. Sadece yüreği direniyor. Sanki birisi için… Ya bu birisi Deniz’in kalbini taşıyarak Deniz’in aşkına sahip olacağına inanırsa?…
“En Son Yürekler Ölür” yaşamın ölümle bitmeden yeniden başladığı bir kavşakta geçiyor. Acılar eti değil ruhu deşerken ne olursa olsun ‘yürek’ direniyor…
Romanlarıyla okurun duygu dünyasında uzun soluklu konuk olmayı başarmış ender yazarlarımızdan Canan Tan mart ayında çıkacak son çalışması “En Son Yürekler Ölür” de aşkın yanı sıra gündemin can alıcı konularından biri olan organ nakline kalemiyle dokunuyor.
“Piraye” ve “Yüreğim Seni Çok Sevdi” gibi romanlarıyla kitap listelerinin zirvesini zorlayan Canan Tan bu kez yine ve yeni bir aşk romanıyla okurla buluşuyor.
Birçok eserinde “yüreği” hayatın ana fikri olarak işleyen Tan, yeni kitabının araştırma ve geliştirmesürecini ‘uzun ve yorucu bir maratondu’ cümlesiyle ifade ediyor. Yazar, bu süreci şöyle anlatıyor:
“İşlediğim konu, masa başında oturup yazılacak türden değildi; araştırma, titizlik ve hassasiyet gerektiriyordu. Çünkü temamız aşk olsa da, alt başlığımız organ nakli idi. Tek başıma kalkamazdım bu yükün altından. Ekip çalışması yapmam gerekiyordu. Nerelerden yardım alabileceğimi araştırdım önce.
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden değerli hekimlerle çalıştım. Tüm organ nakli emekçilerini sevgilerimle selamlıyorum. Ve başta okurlarım olmak üzere, herkesi bu konuda daha duyarlı olmaya çağırıyorum.”


24 Temmuz 2012 Salı

Danielle Steel ve Nora Roberts hayranı okuyucularımızın çok severek okuduğu bir yazar olan Judith McNaught, Amerika'daki hatta dünyadaki aşk romanı yazarları arasında seçkin bir yere sahip Yazarın öykü kurmadaki ustalığı, en sevilen kitabı olan 'Cennet'i modern bir masala dönüştürmüş

Bancroft mağaza zincirinin mirasçısı Meredith, babasının baskıcı dünya görüşü nedeniyle yalnız ve mutsuz bir çocukluk geçirmiştir On sekiz yaşındayken hayatına giren Matt, deneyimsiz genç kızın dünyasını aşkla donatırİki genç de ışığa kavuşmak için ölümü göze alan pervaneler gibi kendilerini aşk ateşine atarlar Ancak acıklı rastlantılar ve Philip Bancroft'un korkularından kaynaklanan tutuculuğu her şeyi tersine çevirir Aşk her iki genç için de üstüne perde çekilip unutulması gereken bir duyguya dönüşür Yıllar sonra tekrar karşılaşıncaya kadarFakat yıllar pek çok şeyi değiştirmiş, ikisinin de önünde başka ufuklar açmıştır

21 Temmuz 2012 Cumartesi

Eğer
Hiç takılmadan 10′a kadar sayabilecek düzeyde matematik,
Yemek yerken kaşığı kulağına değil de ağzına götürebilecek kadar biyoloji,
Evine bildiğin en kestirme yoldan gidebilecek kadar fizik,
Doğum tarihini ezberden söyleyebilecek kadar tarih,
Yağan şeyin kar değil yağmur olduğunu anlayabilecek kadar coğrafya,
Başkalarından yardım almadan adını yazabilecek kadar Türkçe,
Çaya şeker yerine tuz atmayacak kadar Kimya biliyorsan,
Emin ol ki senin için ÖSS, doğum gününde en kestirme yoldan evine gidip senin için yaptırılan doğum günü pastasının üzerindeki yazıyı okuyarak mumları eksiksiz sayıp üfledikten sonra pastanın tadına bakıp dışarıda yağan yağmuru seyrederek çay keyfi yapabilmen kadar kolay bir iştir…
Şimdiii yukarıda sayılanları yapamıyorsan lütfen usulca bu kitabı yerine koy ve hiç zaman kaybetmeden git uyu.
Yapabiliyorsan bu kitabı al, en kısa zamanda oku ve dert etme, o iş tamam…
Yaşayanlar ve Nefes Alanlar
Anlatılanlar her zaman doğru değildir; ama anlatan kişiler hep doğj zannedildiği için söylediklerini çoğu koz ciddiye alır insan Hatta çoğu zaman kendim reddeder; bildikleriyle değil, anlatılanlarla yaşar. Zaman geçer, kendini tanıyamadan, yapma istediklerini yapamadan çeker gider Kafasının tam ortasında,
Senin için  yapabilirim, emret
diyerek,   bilmen   ve   bilinmeyen  tüm  kapıları   ardına  kadar açan muhteşem bi’ makine varken. birçok insan ona;  Beni boş ver sen. duymuyor musun, mille! ne diyor? şeklinde  bir  cevapla  gen  döner.   Ve  insan  topladığı  birkaç ucuz kelime ile sirekh kendini inkar ederek yaşıyor    Desinler, demesinler, diyorlar, demiyorlar, öyleymiş böyleymiş…’ Sonuçta dünyada çok insan yaşamıyor. Birkaç kışı yaşıyor, geri kalanlar sadece söylentilerle bu birkaç kişi  yaşatıyor. Kaldı ki bu birkaç Kışının söyledikleri, yığınların önüne taşınırken neredeyse tamamen bozularak geliyor. Bu durumda çoğunlukla  söylenen de yanlış oluyor,  söyleyen de   Yaşayan da yanlış oluyor yaşanan da
Bu yazıyı okuman nefes aldığının delilidir; yaşadığının değil… Belki yaşıyorsundur da! Kim bilir?
Yaşayabilmen umuduyla…
Büyülü Köşk
Bir zamanlar büyülü bir köşk vardı. Bu köşke kimse giremiyordu. Girenler üst kata çıkamadan korkularından kalp krizi geçirerek daha alt kattayken ya ölüyor ya da bayılıyorlardı. Köşkün girişinde hiçbir problem yoktu; ama merdivenlerden yukarıya doğru tırmanınca, daha önce hiç görülmemiş bir şeyin yüce kanatları yansıyordu duvarda, ‘kartal’ desen ‘kartal’ değil, ‘kaplan’ desen ‘kaplan’ hiç değildi bu… ‘Uçan timsah’ gibi bir şeydi. Sessiz olması çok daha korkunçtu. Öyle garip bir şeydi ki bu sessiz canavar, gölgesi bile insanları deli ediyordu. Bu korku günlerce sürdü. En sonunda devrin en güçlü pehlivanına haber saldı kasabanın ileri gelenleri. Pehlivan geldi. Kılıcını kuşandı ve büyülü köşkün büyüsünü paramparça etmek için köşke girdi… Biraz sonra yüzyılın en büyük çığiığıyla dışarı çıktı tabi ki. ‘İmdaaat!’ diye avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Olduğu yere çöktü pehlivan. Pehliyordu… Tam bu esnada bir çocuk sıyrıldı ve eve girdi. ‘Gel, dur, gitme!…’ bile diyemediler. Pehlivan da diyemedi. Herkes korkuyordu. Pehlivan ‘Kurlarının… Canavar, çocuğu yiyecek!’ diye bağırdı; ama çocuk çoktan girmişti bile eve. Usulca peşinden girdiler. Çocuk giriş katta değildi. Ev her zamanki gibi sessizdi; fakat duvara yansıyan o korkunç canavarın kanatlarının gölgesi de yoktu ortalarda. Sessizlik ürkütüyordu Korka korka çıkıyorlardı merdivenlerden. Ahşap merdivenler, üzerinden geçen korkuyu gıcırtıya dönüştürüyordu. Yavaş yavaş çıktılar
Yukarı çıktıklarında çocuk bir taburede sakince oturuyordu. ‘Ne yapıyorsun?’ dediler çocuğa. ‘Canavarı öldürdüm!’ dedi çocuk, elinde^ ki minik lekeyi göstererek. Sonra anladılar, meğer karanlık köşkün açık unutulan lambasının önüne bir sivrisinek dadanmış, duvara yansıyan da onun kanatlarıymış.
Üzgünüm! Bazen canavar sandıkların, üçüncü sınıf bir lambanın önüne gelmiş dikilmiş topal bir sivrisinekten ibaret olabiliyor. Bazen bu sivrisinekler çok özel de olabiliyor. Ve insan daha doğar doğmaz bu sivrisineğin etkisine girip yıllarca çıkarmayabilir. Ve yıllar akıp gittikçe insan bu sivrisinekle beraber aynı beşikte, aynı mahallede, aynı okulda büyütülüyor. Hiç kimse fark edemiyor, büyüdükçe korkusu da artıyor. Üstelik bu özel sivrisinek, özel insanlar tarafından her geçen gün daha da ihtimamlı bir şekilde beslenerek büyütülüyor. Neyse, fazla uzatmaya gerek yok! Bu kitap birilerinin ‘Aman haa!’ diyerek dayattığı, gözü gibi bakarak besleyip büyüttüğü bu özel sivrisinekle nasıl başa çıkılacağını anlatıyor. Bundan sonraki bölümde bu özel sivrisinekten kısaca ‘ÖSS’ diye bahsedeceğim.
Uyarı: Şimdi, ÖSS nasıl gelmiş, nerden gelmiş, ne kadar akıl ürünü bir uygulama?… Sırasıyla bu soruların cevaplarını vereceğim; çünkü biliyorum, sen orada durduğun gibi durmayacaksın… Yarın bir gün dönüp sen geleceksin şimdikilerin yerine. ‘Ne iş yapıyorsun?’ diye soracaklar. ‘Etkiliyim, yetkiliyim…1 deyip unvanının arkasına saklanmamalı ve şimdiki sinek besicileri gibi davranmamalısın… Gerekeni yapmalısın, sadece gerekeni…
ÖSS’nin İcadı
ÖSS büyük icat doğrusu. Kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi valla!
Her yıl milyonlarca insan sınava giriyor. Biz de malum, tembel adamlarız. Becerip de herkesi üniversiteye alamıyoruz. O halde bir eleme sistemi oluşturalım da işimize bakalım. Üniversitelerimizin toplam kapasitesi 350.000 kişi. Bunu da göz önünde bulundurarak acilen bir önlem almamız lazım.
dedi birkaç iyi adam… Sonra dağıldılar… Uzun uzun düşündüler…
Bir gece vakti en cevval olanları topladı bu iyi adamları. Arşimet’ten daha da büyük bir buluş yapmış gibi bağırdı:
Bulduuum
Yav ne buldun, nasıl buldun?… bile diyemediler. Adam açıkladı:
Bir sınav yapacağız ki dillere destan!… En iyileri seçeceğiz bu sınavla, en çalışkan olanları alacağız okullara.
Nasıl?
dedi en meraklı olanı.
Abi şimdi sen söyle bana, bu 2.000.000 öğrenciden kaçını almak istiyorsunuz siz okula.
350.000
dedi kırmızı suratlı dişlek, göbeğini kaşırken…
Tamam, gerisi benim işim. Küçük bir ayarıma bakar.
dedi Necati, gülüştüler. Kısa boylu, erken tipli olan fırladı hemen:
Büyük adamsın Necati Abi. Senden korkulur valla! Onun işi buydu: Necati’yi gaza getirmek…
Ne zannettiniz beni oğlum?
diye şımardı Necati. Gaza geldi, göğsü kabardı… Meraklı olan, biraz kıt beyinli de olduğu için açıklama istedi.
Kardeşim, anlatsanıza şunu, nasıl olacak bu İş? Necati, derin bir açıklama yaptı:
Bak abi; bir kazanı suyla doldur ve ateşin üstüne koy. Ve bu su daha buz gibiyken emir ver, herkes elini bu suya soksun. Sana kimse itiraz etmez, edemez de zaten. 2.000.000 insan sana güvenip elini sokar bu suya…
İki milyon derken öğrencileri kastediyorsun!
dedi. Yüzünde acayip bir gurur ifadesi oluştu adamın. ‘Nasıl anladım ama, üniversiteye hazırlanan öğrencileri kastettiğini!’ der gibiydi yüzünde beliren ani gülüş kıvrımı. Cevval Necati devam etti:
Evet abi, onları kastediyorum. Su ısındıkça, bazıları ne yapacak?
Elini çekecek tabi ki!
diye atladı uzun burunlu lacivert kravatlı olan.
O halde ateşin miktarını artırdıkça yavaş yavaş dökülecek eli yananlar.
diyerek tamamladı cümlesini Necati.
Vay bee!…
dedi herkes içinden. Gülümsemeleri görülmeye değerdi.
Sonuçta iki milyon öğrenciden 1.800.000′i elini çekinceye kadar ısıyı artıracağız. Suyun altındaki ateşin ısı miktarı bizim elimizde. İstediğimiz kadar artırırız ısıyı. İstersek sadece bir kişi kalıncaya kadar artırırız hem de.
İyi de üniversiteyle ‘kazan’ın ne ilgisi var? Onu hiç anlayamadım!
diyerek komik oldu kırmızı suratlı… Gerçi kimse gülmedi bu komediye; çünkü gülünç olan önemli bir kişiydi.
Mecaz abi. dediler sadece.
Haa tamam o zaman; ama bari İsmi güzel bir şey olsun.
dedi önemli adam. Cevval Necati ayağa kalktı ve
İsim hazır abi. SS. dedi, gür sesiyle…
Oha! O ne öyle?
diye çıkıştı lacivert kravatlı…
Ne oldu abi. ‘Seçme Sınavı’nın kısaltılmışı, SS. Üstelik okunuşu da ‘es es’ yani ‘Rüzgar gibi es’ anlamına da gelebilir hattı zatında…
diyerek ‘SS’yi açıkladı Necati.
Olmaz öyle şey, SS… Bari ‘ÖSS’ olsun. Yani ‘ÖEsEs’ ki bu da zaten ‘Öğrenci Es Es’ anlamına gelir. Sizinkinde de ‘es es’ diyor; ama kime dediği belli değil. Ha, şimdi aklıma geldi. Bu ayrıca ‘Öğrenci Seçme Sınavı’ anlamına da gelir.
Herkes garip bir neşeyle sessiz sessiz lacivert kravatlı olan adama bakarken, Necati araya girdi:
Harika bir fikir vallal… Ben bunu hiç düşünmemiştim.  Budur!
dedi ve toplantı sona erdi.

12 Temmuz 2012 Perşembe

Evet.Bugünkü tanıtacağım kitabın adı ADI:AYLİN.Yazar Ayşe Kulin'in büyük bir başyapıtı bence.Kulin uzaktan akrabası olan Aylin Radomisli'nin hayatını anlatıyor bu kitapta.Genç yaşında Libya Prensi Ben Tekkouk Senusi ile evlenip prenses oldu.Sonra bu lüks yaşamdan sıkılıp çabalayarak Tıp fakültesi ni okudu ve çok aranan bir psikiyatr oldu.Ve orduya katıldı.Çok garip bir kazayla ölü bulundu.Bu güzel kitabı bir solukta okuyacaksınız ve yazarın sürükleyici anlatımıyla anlatılanları yaşamış gibi olacaksınız.